GİRİŞ


Behçet hastalığı, 1937 yılında Hulusi Behçet (1) tarafından, rekürran oral ve genital ülserlerle birlikte göz lezyonları şeklinde bir trisemptom kompleks olarak tanımlanmıştır. Bu tarihten önceki oftalmoloji literatüründe, ağızda aftöz lezyonlarla birlikte uveitis hecmelerinin bulunduğu şeklinde tanımlamalara rastlandığı da bildirilmektedir (2,3). Daha da eskiye gidilecek olursa, Hippocrates'in de tabloyu tanıdığı anlaşılmaktadır (4). Hulusi Behçet (1,5-10), hastalığın üç bölgede sabit yerleşmesinden başka, kişilere göre değişen semptomlar da gösteren, bütün vücudu tutabilen bir hastalık olduğunu yıllarca savunmuş; etkenin de bir virüs olabileceğini düşünmüştür. Birlikte çalıştığı Niyazi Gözcü (11) de dokuz hastasından yedisinde optik nörite rastlamış olması nedeniyle viral etyolojiyi benimsemiştir. Daha sonraları, hastalığın gerçekten bir antite olduğu kabul edilmiş; 1947 Eylül'ünde Cenevre'de toplanan Uluslararası Dermatoloji Kongresi'nde hastalığa "Morbus Behçet" adı verilmesi kararlaştırılmıştır (12).

Hulusi Behçet (1), hastaların aft ve genital ülserlerinden yapılan yayma preparatlarda Giemsa boyası ile bazı elemanter cisimler görmesi nedeniyle viral bir etyoloji düşünmüştür. Aynı düşünceden hareket eden Necdet Sezer (13), hastaların göz, kan, idrar ve likorlarından virüs izole ettiğini bildirmiştir. O zamandan günümüze kadar yapılan araştırmalarda, bu bulguları doğrulayan yazarlar çıktığı gibi, çoğu yazarın da doğrulamadığı görülmüştür (14-16). Behçet hastalığının etyolojisinde viral etken kanıtlanamamışsa da; özellikle immun kompleksler olmak üzere, otoimmun olayların rol oynadığı konusunda bazı dolaylı laboratuar bulguları yayınlanmıştır (17-20). Hastalığın bir özelliği de, sık görüldüğü ülkelerde HLA-B5 doku antijeni ile sıkı bir ilişki içinde bulunmasıdır (21-25). Bu ilişkinin İngiliz ve Amerikan Behçet'lilerinde bulunmaması, hastalığın etyopatogenezinde değişik etkenlerin rol oynadığına işaret sayılmaktadır (22,26). Gerçekten de, Japonlar arasında Behçet hastalığının bilinen sıklığına göre, Hawaii'de yaşayan Japon toplumunda 15 kadar hasta bulunması gerekirken, hiç rastlanmamıştır. Bu yüzden, bu araştırmayı yapan Hirohata ve ark. (27), hastalığın etken faktörlerinin genetik olmaktan çok, primer olarak çevresel olmasına bağlanabileceğini ileri sürmüşlerdir. Başka Japon araştırıcılar da, çevre kirleri olarak kabul edilen bakır, klor, fosfor gibi maddeleri periferik kanda (28,29) ve doku hücrelerinde (30) anlamlı oranda yüksek bulmuşlardır.

Etyolojisi üzerinde değişik fikirlerin bulunduğu görülen Behçet hastalığı konusunda son yıllarda oldukça yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Sık görüldüğü Türkiye, Japonya, İsrail gibi ülkelerde bu araştırmaların fazlalığı son derece doğaldır. Ancak, az görüldüğü Amerika Birleşik Devletleri (31), İngiltere gibi ülkelerde de ilgi görmektedir. Bunun ana nedeni, bazı araştırıcıların Behçet hastalığını bir model olarak kabul etmeleridir. Örneğin Lehner ve Batchelor (32), Touraine'in aftozis kavramından ve farklı klinik belirtilerin bulunmasından geliştirilmiş olan, tutulmuş dokuya göre yapılan sınıflama yardımıyla, Behçet hastalığını vücutta "hastalık lokalizasyonunu inceleme modeli" olarak görmektedirler. Denman ve ark. (33) ise, virus-DNA-hastalık ilişkilerinde bir model olarak düşünmüşlerdir.

1969 yılında Lehner (34), Behçet'li hastaların aftlarında ve rekürran aftöz stomatitli kimselerin lezyonlarında normal ağız mukozasına oranla üç misli daha fazla mast hücresi bulunduğunu bildirmiştir. Daha sonra İsrail'li araştırıcılar da (35,36) mukokutanöz lezyonlarda bu hücrelerin artmış olduğunu göstermişlerdir. Mast hücreleri, bilindiği gibi konnektif dokunun normal elemanlarıdır (37). Deride subkutisde ve papiller dermisin perivasküler bölgesinde bulunurlar (33). Riley ve West (39), herhangi bir bölgedeki mast hücresi yoğunluğu ile, histamin düzeyi arasında doğru bir orantının bulunduğunu göstermişlerdir, Johnson (40), gözkapağı, üstdudak derisi gibi bölgelerdeki histamin içeriğinin gövdeye oranla 4-5 misli daha çok olduğunu bulmuştur. Bu da dolaylı olarak mast hücresi sayısının değişik bölgelerde farklı olduğunu göstermektedir.

Behçet hastalığında derinin nonspesifik hiperreaktivitesi (paterji), henüz açıklığa kavuşmamış bir fenomendir. Bu reaksiyon, küçük travmalarla provoke edilen bir aşırıduyarlılığı yansıtmaktadır ve deride spontan olarak gelişen lezyonlara benzer (35,41). Paterji reaksiyonunun gelişme zamanına bakılacak olursa; erken reaksiyon için geç, geç reaksiyon için ise erken olduğu görülür. Yani, başka bir reaksiyon tipi söz konusudur. Mast hücrelerinin yoğun olması nedeniyle buradaki reaksiyonun, "Jones-Mote" adı da verilen derinin bazofil aşırıduyarlılığına benzediği düşünülebilir (35). Mikobakteriyel adjuvanlar olmaksızın oluşturulabilen ve ilerideki bölümde daha ayrıntılı biçimde değinilecek olan bu reaksiyonda bazofillerin rolleri açık değilse de, fagositik bir fonksiyondan çok, heparin ve vazoaktif amin içermeleriyle ilgili olduğu sanılmaktadır. Bazofiller ve mast hücrelerinin böyle bir reaksiyonda komplemanter bir rol oynayabilecekleri de düşünülmektedir (42).

Behçet hastalarının mukokutanöz lezyonlarında mast hücresi sayıları, Lichtig ve ark. (36) tarafından araştırılmıştır. Bu çalışmada tüm kontroller, paterji yapılan yerin simetriğindeki normal deri ile yapılmış; aftlar lezyonsuz ağız mukozası ile, ya da genital ülserler lezyonsuz skrotum/vulva ile karşılaştırılmamıştır. Yazarlar, normal derilerine oranla Behçet'li hastaların lezyonlarında mast hücresi ve histamin içeriğinde anlamlı bir artma bulunduğunu bildirmişlerdir. Bu sonuçlar akla şu soruyu getirmektedir: Behçet hastalığının lezyonları mast hücrelerinin yoğun olduğu bölgelerde mi ortaya çıkmakta; yoksa lezyonların oluştuğu bölgelerde, klasik bilgiyle sabit hücre olarak tanıdığımız mast hücreleri mi artmaktadır? Bunun anlaşılabilmesi için, oral ve genital lezyonların gerekli kontrol gruplarıyla birlikte ve paterjinin de zamanlı olarak histopatolojik yönden incelenmesi gerekir. Bu amaçlarımıza ulaşmak için, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Multidisipliner Behçet Hastalığı Polikliniği'nde dört yıldan beri kesin kriterlerle tanı koyup incelediğimiz Behçet hastaları ve gerekli kontrol gruplarında aşağıdaki çalışmaları yaptık:

I. Histopatolojik inceleme

    1. Ağız:

      A) Aft:

        a) Hematoksilen ve eozin ile inceleme
        b) Mast hücresi sayımı

      B) Behçet hastalarının normal mukozaların da mast hücresi sayımı

      C) Normal kimselerde mast hücresi sayımı

    2. Genital bölge:

      A) Genital ülser:

        a) Hematoksilen ve eozin ile inceleme
        b) Mast hücresi sayımı

      B) Behçet hastalarında normal skrotum/vulva'da mast hücresi sayımı

      C) Normal kimselerde skrotum/vulvada mast hücresi sayımı

    3. Paterji:

      A) Zamanlı (6, 12, 24 saatlik ve 2-7 günlük) paterjilerin hematoksilen ve eozinle incelenmesi
      B) Zamanlı paterji biyopsilerinde mast hücresi sayımı
      C) Behçet'li hastalarda lezyonsuz önkol (paterji yeri) derisinde mast hücresi sayımı

II. Semikantitatif histamin tayini: Mast hücrelerinden histamin liberatörü olan "Compound 48/80"in 24 saat arayla aynı noktaya iki enjeksiyonu sonunda, iki reaksiyon arasındaki alan farkına dayanarak hesaplanmıştır.

III. Behçet hastalığında etkili olduğu söylenen kortizon, kolşisin ve ayrıca, etkili olabileceği düşünülen disodyum kromoglikat ile paterji inhibisyonu çalışmaları yapılmış; etyolojide serum faktörünün varlığını araştırmak için de otolog ve homolog serumlarla yapılan paterji testlerinin durumları araştırılmıştır.

Mukokutanöz Lezyonlar